

İlişkilerdeki dinamiği ve akışı kesen önemli etmenlerden biri de "Ama" faktörüdür.


Bu ifade ilk olarak 1990 yılında ortaya atılmış ve Tanım olarakta; çocuklarına aşırı derecede odaklanan, yine aşırı koruyucu ve başarısız olmalarından ölesiye korkan ebeveynler olarak tarifi yapılmıştır.


Kıskançlık; hayatınızı paylaştığınız ve onların sadece sizin yörüngenizde kalmasını istediğiniz kişilere dair olabileceği... 👉😁👈


Her bir bireyin kendi öznel dünyasını düşündüğümüzde zaman ve mekân algımızın ne kadar değişken olduğu fikri hiçbirimize farklı gelmiyor olsa gerek…


Hiperaktivite; ‘’Hiper’’ (aşırı) kavramının aktivite (etkinlik) ile birleşmesi sonucu oluşan ve dünyadaki çocukların %5-7’sini dikkatini verememe ve dürtüsellikle bireyin öğrenme ve yaşam şeklini etkileyen sinirbilimsel (beynin büyüme ve gelişme şekliyle ilgili) bir bozukluktur.


Bilindiği üzere “philo” eski Yunancada sevmek, “sophos” ise bilgi, bilgin, üstat anlamlarına gelmektedir.(1). Bununla birlikte Platon’un Devlet kitabının 5. bölümünde Sokrates’in tanımını yaptığı “philodoxa” terimi yine “philo” kelimesi sevmek anlamına gelirken “doxa” sahte bilgi diye tanımlanmaktadır. Ve hatta aynı kitapta filodoksun tanımını yaparken “Ebedî ve değişmez olan kavramların bizzat kendilerine bakanların durumu salt o kavramın bütününü görüp oluş halini kavrayabilen kişiler bilginin tüm güzelliğini, rengini, sesini ve onu o yapan bütün özelliklerini görebilenler bilgiye gerçek değeri veren filozoflardır. Tam tersi ise işte bunlardır” Yani bu tanımın tam tersi filodoks diye anlatmaya çalıştığı kişilerdir.


Retorik, Platon’un (M.Ö 427- 347) yaşadığı dönemde çevresini saran sofistler yüzünden tanımladığı gibi bir “göz boyama” yöntemi mi? Yoksa bir dönem öğrenciliğini yapan, sonrasında bazı fikir ayrılıkları yüzünden yanından ayrılan Aristoteles’in (M.Ö 384- 327) ifade ettiği gibi “diyalektiğin eşteşi” mi?


Bir işi yapabileceğinizi düşünseniz de yapamayacağınızı düşünseniz de, her seferinde haklı olan yine siz olursunuz.


Sahip olduğumuz şeyler başta doğa yasasıyla belirlenmiş olan şeylerdir ve yine sahip olacaklarımızda bu yasayla belirlenecektir.


(X) bir bilinmezlik değildir. Aslında (X) tekrar bulunmayı bekleyen bilinenin zaman içerisinde bilinmezmiş gibi kabul görmesidir. (X) bir belirsizlik değildir. Gerçekte (X) belli bir olasılığın her an ortaya çıkma potansiyelidir.


Amerikalı filozof ve psikolog William James (1842-1910) benlik kavramını üç aşamada açıklamıştır: Maddesel benlik, Sosyal benlik ve Ruhsal benlik.




Nikolay Vasilyeviç Gogol, Ukrayna asıllı Rus roman ve oyun yazarı. (1809-1852)


Depresif bir totem dikiyoruz çoğu zaman hayatımızın tam orta yerine, etrafında dönüp nefretimizden devşirdiğimiz, öfkemizden coşarak kendimizden geçtiğimiz, korkularımızın esiri olup, endişelerimizle sessizleşip tılsımlı sözler uydurarak gerçekleştirdiğimiz ritüellerimiz var bizim.


Kaç gecenin uyanık geçen kaçıncı saatine kaç peri kurban ettiğimi henüz hesaplamış değilim. Zira çoğu zaman saatin kaç olduğundan haberim bile olmuyor.


Nikolay Vasilyeviç Gogol, Ukrayna asıllı Rus roman ve oyun yazarı.


O. Henry Amerikalı yazar William Sydney Porter'ın takma adıdır. Yazar özellikle yazdığı öykülerin şaşırtıcı sonları ile ünlüdür.


Geleceğim, bekle dedi gitti… Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu… Ama kimse ölmedi.


Bildiklerinize ya da bu bilgilerin depolandığı zihninize ne kadar güvenirsiniz? Hiç doğru bildiğinizi zannettiğiniz, hatta sizinle birlikte doğru söylediğinizi destekleyen kişilerle konuştuğunuz oldu mu?


Dünyanın bir elma olduğunu varsayalım ve bu elmanın da tatlı veya ekşi olduğunu… Bu elmanın ekşi mi yoksa tatlı mı olduğunu öğrenebilmek için o elmadan bir ısırık almamız gerekmez mi?


Plasebo etkili insanlar masmavi gökyüzünde peşi sıra yüzen bembeyaz sirüs bulutları gibidir, her zaman güzel havaların geleceğini fısıldar. Nosebo etkili insanlar ise nimbüs bulutlarına benzer fırtınanın kopması an meselesidir.


Çok konuşmak, anlamın ruhunu dile kaptırmaktır. Sözcüklerle birlikte birer bedene bürünen anlamlar; her ne kadar iletişim denilen sosyal yapılaşmayı güçlendirse ve bir duyguyu, oluşu veya sahiplenilmiş bir somutu sembollerle anlatma işine yarasa da, kişinin asıl anlatmak istediğinin ruhunu çoğunlukla tam olarak veremez.


Hepimiz zaman zaman zamansız kayıplar yaşarız. Özellikle kayıp dendiğinde çok sevdiğimiz bir canlı gelir aklımıza. Bizi yetiştiren anne babamız, hayat arkadaşımız, canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımız, bakımını sağladığımız evcil hayvanlarımız, çok değer verdiğimiz yakınlarımız...


Çocuklar gördüklerini yapma konusunda müthişlerdir. Neredeyse bire bir taklit ederek bizler gibi davranmaya şartlanırlar.


"Kendisini açıklayamayan ve farkında olamayan kişi sevemez. Sevemeyen kişi de dünyanın en mutsuz insanıdır."


Bir trajedinin ürünü olan ve zaman zaman birçoğumuzun dilinde yer bulan bir cümledir: “Hayatımı yazsam roman olur”.